11 Şubat 2011 Cuma

Ben Varım

5 seneye yaklaşıyor gurbet ellerde yaşıyorum. Hayatımın dikkate değer bir oranına tekabül eden bu süre zarfında bilinçli ya da bilinçsiz, isteyerek ya da farkında olmadan birçok değişiklik geçirdim, birçok eski adetten vazgeçtim, birçok acayip alışkanlık kazandım. Kazanılmış ya da vazgeçilmişlerden hiçbirisinin tasası, yasını tutmadığım gibi, hiçbirisinin de varlığına ya da yokluğuna sevinmiyorum, coşmuyorum. Hayat ve gereksinimleri ne ise ayak uyduracağım.

Lakin ne zaman gurbetten memlekete dönüyorum, ne zaman Almanya'da yabancı, memlekette Alamancı konumuna geçiyorum o zaman bir bir fitil fitil burnumdan geliyor alışkanlıklarım. İşte bu başlık altına gireceğim entry böylesi bir alışkanlık değişiminin öyküsüdür.

Yurtdışına giden, yaşamak zorunda kalanlarımız bileceklerdir: Yurtdışında taharet borusu, musluğu gibi işlevselliği göte ferahlık kazandıran utulitiler yoktur. Bu neredeyse yurtdışında büyük abdeste çıktığımız anda dikkatimizi çeken, kültür şokunun büzüğümüzdeki izdüşümüne denk bir haldir. Yurdundışında götünü kuru kuruya kağıda silen herkes şu veya bu şekilde ecnebiye küfür etmek, versay tuvaletinde dahi tuvalet olmadığını anımasamak, gavurun tuvalet kavramını bilmediği, roblarının içine sıçtıkları için parfümü keşfettiklerini öne sürmek gibi muhafazakar bir spektrumdan köktenci bir ruh haline kadar birçok hissiyatı tetikler, canlandırır. Lakin yurtdışına giden, gidip de yaşayan, dikkate değer bir süre geçiren birisi icin memişhane ile ilgili beklentileri tersine işleten bir hal de vardır.

Yurtdışında geçirdiğim ilk yılın kışında (sözlükten de aratılarak takip edilebilir eylül 2000- mayıs 2001 arası) dönem tatilini bahane ederek sevdiklerime kavuşmuştum. Bu dönüşümde eşe dosta ayrıntısıyla yurtdışında tuvaletlerde taharet borusu olmadığından, götü kuru kuruya kağıda silmenin iğrençliğinden, götünü kuru kuruya kağıda silmiş insanlarin servis ettiği yemekleri yemenin tiksintisinden bahsetmiştim. Gelişim şerefine gittiğimiz bir kebabçıda verdiğim bu sempozyum sırasında bir gaz yediğim 2 porsiyon karisik ızgaranın, mezenin, acılı ezmenin, 2 litreye yakin ayranın da hatrına o gece tuvalette uzunca bir süre geçirmem uygun düşmüştü.

Evet, götümü Vitra-Artema ortak yapımı seramiğe koyduğumda anlamıştım ki: Bizim tuvaletimiz, bizim tuvalet adabimiz gibisi yoktur.

İşte karşıda duran sepet içinde Aktuel, Tempo, Conan'ın eski sayıları, işte hemen yanında çamaşır makinemiz ve üzerinde sıkıldıkça okuduğum deterjan ve yumuşatıcılar, işte yerler: fayans, karo, köşelerde bordur gibi gormeye alışık olduğum vazgeçilmezler, işte tuvalet kapısı ve kapının üzerinde buzlu cam, buzlu camın üzerinde bornozlar, havlular, ve işte sağ elimin hemen arkasında istediğim an uzanabileceğim taharet borusu musluğunu siyah vanasi.

Derin bir ruh huzuru ile dizlerime serdigim dergiden son 3 ay içerisinde olup biten magazin hadiselerini takip ediyorum. Hande Ataizi kimle basılmış, Hülya çocuk mu aldırmış, Burak Kut yeni kasediyle eski popularitesini yakalayacak mi? derken çat diye dünyam kararıyor. Hayır, Burak Kut'un yeni kasetinden yana bir yıkım yaşamıyorum, kelimenin tam anlamıyla dünyam kararıyor.

İlk tepkim şudur: Elektrikler mi kesildi? Lakin buzlu camın ardından bakıyorum, mutfak tarafından içeriye ışık giriyor. Banyonun sigortasi mi attı? Hayır, şofbenin ışığı yanıyor. E ne oldu? Kim, nasıl benim tuvalet ışığını kapatabilir ki?

O an gerçekten, tırnaklarımın ucuna kadar idrak ediyorum: Türkiye'deyim ve Türkiye'de banyoların elektrik düğmeleri banyonun dışıda olur. Öylesine sinirleniyor, öylesine bocalıyorum ki senelerin süzgecinden geçmiş en standard, en kısa yoldan sonuca ulaşan ünlemi bile söyleyemiyorum. Diyorum ki:

- Ne oluyo yaaa?

Kimse ses vermiyor. Vergisini veren bir Amerikan vatandaşi gibi daha da sesimi yükseltiyor, fayanslarda yankılanacak şekilde bağırıyorum:

- Yeaaa kim ışığı söndürdü yeaaa?

Tıkır tıkır tıkır ayak sesleri geliyor.

- Ne var ulan eşoğlueşek!!!!!!!? Ne bağırıyosun?
- Baba sen mi ışığı söndürdün?
- Evet?!! Ne var hayvan herif? Ne bağırıyorsun?
- İçeride ben vardım!?
- Ben nereden bilicem?!! Öküz!
- E ama sormadın ki?
- Yok yaaaa? İçerdeyim baba dersin, ben varım dersin açarız. Amerika'ya yolluyoruz, adam olmuyorsun, öküz olup dönüyorsun.

Babam haklı. Böylesi bir durumda akıllı, aile terbiyesi almış bir Türk gencinin ilk tepkisi "Ben varım" olmalıdır. Bu durumda ışığı söndüren ebeveyn "ha, pardon" demeye tenezzül ederse eder, "O kadar saattir içeride ne yapıyorsun?" diyecekse der, neticede ışığı açar, yoluna devam eder.

Oysa ki ben 3 ay içerisinde öyle bir şımarmışım, öyle bir yoldan çıkmışım ki bu basit, ananevi lafı dahi unutmuşum. Vay bana vaylar bana.

Amerika'da kaldığım şu süre zarfında henüz elektrik düğmesi banyonun dışına denk gelen, Türkiye'de ise kimi oteller dışında içine denk düşmüş bir haneye girmedim. Lakin geçen sene yazın şans eseri Şile'de bir arkadaşın müstakil evine gittim. Banyoya girmeden önce kapının dışında elektrik düğmesi aradım, bulamadım. Böyle koridorun dibine yurudum onu açıyorum olmuyor, diğerini deniyorum, beceremedim. Çok üstelemedim, helaya girdim, karanlıkta işimi görmeye koyuldum. İşin ortasında önce buzlu camda bir surat belirdi, sonra tıngır tıngır kapı zorlandı. Karanlıktan aydınlığa bağırdım:

"Ben varım!"

Arkadaşım dedi ki;

- Ha sen mi vardın? Işık bozuk mu?
- Yok, ışığı bulamadım. Sen açar mısın?
- Nasıl açayım, ışık içeride.

Tarif ettiği yerden ışığı açtım. İşimi gördüm, çıktım. Sonra utancımı yendiğim bir anda arkadaşıma sordum:

- Sizin bu banyonun ışığı neden içeride?
- Sorma ya, bizim evin mutaaayidi laz. Herif her bir boku tersten yapmış. Bizim bu bloktaki bütün evlerin banyolarının ışıkları içeride.

Lan? Türkiye'de böylesi bir uygulamayı ancak laz bir mutaaayit akıl ediyorsa, bu Amerika'da ve muasir medeniyetler diyarinda mevzunun da ters olduğunun bir delili midir? Böylesi bir anda düşündüm, irdeledim. Işığın kontrolünün içeride ya da dışarıda olması ne kazandırıyor, ne kaybettiriyor.

Işığın kontrolünün içeride olması öncelikle birey toplumu olan Amerika ve batı medeniyetlerinde dikkat çekmiyor. Cezalandırmak gayesi ile dahi çocuğunu banyoya kilitlemeyen (hatırlayalım oda cezası diye bir şey vardır) ebeveynin yaşama alanı olan batı medeniyetlerinde bir kişinin ne olursa olsun sıçarken karanlıkta ya da aydınlıkta olma hakkı kendisinde görünüyor. Oysa ki doğu toplumunun etkilerini sürdüren Türkiye'de birey ancak ataerkil aile yapısı içerisinde varlığı onanırsa vardır. yani helaya giren bir kisi ic ozgurlugune sahipse de, dis iliskilerinde evin reisine tabiidir. Evin reisi ışığı kesmek isterse, keser. Açmak isterse açar. Helada kalma süresine sınırlama getirmek maksadıyla düzenleyici ve kısıtlayıcı tedbirler almak konusunda yetkili merciidir. Oysa ki batı medeniyetlerinde böylesi bir ayrıcalık evin reisi de olsa ebeveyne tanınmaz, çocuk ortak mülkiyet sahası üzerinde en az ebeveyn kadar iktidar ve hak sahibidir.

Uygulamada bakıldığında: Türk aile yapısı içerisinde evin reisi sıfatında olan ebeveyn uzun süre açık gördüğü bir banyo ışığına müdahale hakkına sahiptir. Bu hem ekonomik anlamda bir uyarı ve nota niteliğindedir, hem de mevcut iktidarın bir gövde gösterisidir. İktidar sahibi ebeveyn banyo ışığını kapattıktan sonra karanlıkta duyduğu :

"Ben varım" 'a cevaben, ışığı açarken, şunu demek ister:

"Sen varsin, ama ancak ve ancak benim sayemde varsın. Fırt dedin taşşaklarımdan fırladın, cırt dedin karnımdan çıktın! Ona göre. Şak ışığı kaparım, sen var olmazsın. Bu kadar kolay! "

Bu yüzdendir ki sanırım feodal yapı, sömürü düzeni Türkiye'de sona ermeyecektir, ezilen kesim en doğal ihtiyaçlarını karşılarken dahi "efendi"sine ancak karanlıkta "ben varım" diyebilecek, ancak karanlıkta bir çığlık haline gelince, lütfen varlığı tanınacaktir. Işık düğmeleri, elektrik anahtarları daima helanın dışında kalacaktır.

(otisabi, 21.08.2004 07:18 ~ 07:51)



Tuvalete her girdiğimde aklıma gelen bu entry, sizlerin de aklına gelsin istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder